5 Kasım 2016 Cumartesi

ÜÇ YOL FİLMİ ÜZERİNE


"Züleyha söyle bana; kısacık bir aşk rüyası adına insanoğlunu kayıp kuyularda uyuttuğun gerçek midir?"


Bünyamin, kendi kuyularının sırrını çözmek için bu soruyu sorarken Züleyha'ya, bende kendime, kendimize soruyorum: 

-Ey insanoğlu hangi aşkın uğruna kendini bir kuyunun dibine gömüyorsun? Hangi sevda uğruna üzerine karanlıkları çekiyorsun?


Üç yol adlı bu filmi izlerken insan bunlar gibi daha birçok şeyi sorguluyor. Kurşunların seslerinden kırmızı izler taşıyan Bosna'dan, suların altında kalsa da silinemeyecek büyülü izler taşıyan Batman'a uzanan bir hikayeden bahsediyor. Ancak şiirsel ve mistik anlatım tarzıyla film, sizi şimdiden alıp çok uzakta olmayan içinize doğru bir yolculuğa çıkarıyor. Batıdan doğuya uzanan bir aşk masalının büyüleyiciliği ile kalbiniz nefes almaya başlıyor.








Aslında aşkın doğusu,batısı, kuzeyi,güneyi yoktur. Aşkın bir dünyası da yoktur. Aşk her yerde yaşanan, her yerde girdiği gönlü yakan, sızlatan bir varlıktır. Aşkın olduğu yerde gözyaşının, özlemin, hasretin olmaması mümkün bile değildir. Çünkü aşkın fıtratında bu vardır. Ezelde yaratıldığında aşk, bu unsurlar ile var olmuştur. Çünkü aşk, onu yaratanın emriyle uzak diyarlara, dünyaya belki dünyalara gönderilmiş ve diyar diyar gezmiş, ta ki ait olduğu yere dönene kadar. 

Aşk onu yaratanla birlikte öyle güzelliklere şahit olmuştur ki... Allah, aşk ile insanı yaratmış, evreni yaratmış, aşk ile dünyayı yaratmış, aşk ile aşkı yaratmış. Yani aşkın hakiki yurdu Allah'tır, Allah'tadır, Allah'tandır.

Biz insanlarda aslında Allah'ın aşkını ararız her anda, her bir yerde. Ellerimizi Allah'ın aşkını bulmak için uzatır, gözyaşlarımızı bunun için dökeriz dertlerimizin üzerine. Ama çok azımız aşkın izine rastlar, aşka ulaşabiliriz.

Filmde Yusuf, Bünyamin, Züleyha'da kendi kuyuları içinde rüyalarından yansıyan ışıklarla aşkın izini sürmeye çalışırlar. Aşkla yaratılan dünyanın, nefret kuyularına dönüşme çatışmasının işlendiği filmde, onlarda dünyanın ilk anına dönebileceği ümidini taşımaktadırlar içlerinde. Ve bunun gerçekleşmesi için yollar aramaktadırlar, tabi öyle bir yol var ise...

Cevapların sorusuz kaldığı Bünyamin'in bu sözleri ise aslında milyar yıllık dünyanın kısa bir özetini çiziyor:
"Yaşadığımız şu çirkin zamanda insan hayal kuracak sebepleri tek tek yok etti. Ama rüya , insana yeni bir inanç kazandırabilir. Şiir gibi..."




Ek Bilgi: Fİlm Bosna-Türkiye ortak yapımıdır. Yönetmen Faysal Soysal tarafından yazılıp yönetilen film onun ilk uzun metraj filmidir.Ayrıca T.C. Kültür Bakanlığı'nın katkıları ve TRT ortak yapımı olarak çekilmiştir. Türkiye, İran, Rusya, Çin, Avustralya, İtalya gibi ülkelerde birçok ödüle layık görülmüştür.

Not 1: Filmde mavi rengin kullanımına hayran kaldım. Özellikle Yusuf'un odasının eski mavi renkli duvarları insana masalsı bir mekana giriyormuş hissi veriyor. Aynı zamanda rüyaların merkezde olduğu bir filmde sanırım bu rüya etkisi mavi renk ile de yoğunlaştırılarak verilmiş olmalı ve bence oldukça başarılı olmuş.

Not 2: Filmi izlerseniz ki mutlaka zaman ayırıp izleyin, o vakit duygu ve düşüncelerinizi ve sizin film tavsiyelerinizi de muhakkak beklerim ^^ 
Selamlar ola ey bu satırları okuyan kişiye :)

9 Ocak 2016 Cumartesi

Büyük Sürgün Kafkasya

Bir tren, sonsuza ve sessizliğe çekilen kapılar...
Bir halk, bir seher vakti bülbülün dahi sesini feryada döndürerek çekip alındı hayattan.
Bir tarih yine en acımasız harflerle yazıldı yerkürenin üzerine göz yaşları ve kanlarla.




Geçip gidiyordu zaman sonsuz bir kıyımın durdurak bilmemesi gibi. Karlı bir günün soğuğunda kara bir trenin içine savrulan bir halkın yudumladığı sessizlik gibi. Serin ve coşkun suların arasında bir yudum suya muhtaç kalmış insanın yaşadığı çaresizlik gibi. Kolhozdan, askerden adı her neyse gurbetten dönen bir gencin evine vardığında yaşadığı sürgünler ve ayrılıklar ve ölümler gibi hiç geçmiyorcasına acı vererek gidiyordu zaman. 
Zaman elinde olduğunu sananların anlamsız ve acımasız mücadeleleri içinde hayatı anlamlandırmaya çalışanların çektiği acılarla büyüye büyüye, acıtarak geçip gidiyordu. Bir insanın iki dudağının arasından çıkan bir kaç emirle bir halk yitip gidiyordu sessiz sedasız.
Ahıska Türkleri ile anlamlandırmaya çalışıyorum sözlerimi. Onların "Biz de insanız!" sözünü söyleyemeden bir kıyımın kucağına atılmalarına sitem ederek yazıyorum. Aciz sözlerime inat, onlara karşı bir vazife olarak yazıyorum.




Tarihin kanla yazılmış binlerce sayfasından birinde yazılı kalmış nice halktan biri onlar da. Tıpkı Suriye, Afganistan, Irak, Türkmenistan, Kırgızistan ve daha nice topraklarda bilinmeze doğru gidenler gibi onlarda...
Bilinmezin yolcuları onlar,yaşama hakları, sevme hakları, insan olma hakları ellerinden alınmış bir garip seyyahtırlar onlar. Bir ince sızı bırakıp yerkürenin üzerinde çekip giden duyulmaz feryattırlar onlar. 

Yaratıcının değil insanların kendi elleriyle kurdukları adaletsizliğin müebbet yemiş mahkumlarıdır onlar. Hiçbir yargınlanmaya, söz hakkına sahip olamadan üzerlerine kara kapıların kapandığı masumiyetin timsalidir onlar. 


O zaman sahipsiz kalmış olsalar da, son nefeslerini vermiş ve toprağın içinde asıl vatanlarını bulmuş olsalar da bizlerin onlara karşı vazifesi bitmiş değildir. Onların anılarına, onların bizlere söylemek istediğine inandığımız sözleri yazmaya vazifeliyiz diye düşünüyorum. Hatta onların arkasından onca seneye rağmen gözyaşı dökmeye de vazifeliyiz. Neden mi? Çünkü gözyaşı kalbi yumuşatır ve besler. Bir çınar gibi vicdanın yeşillenmesini sağlar. Onların en büyük inancı dünyada hala iyi insanların varlığına inanmaktı. O halde bizim vazifemizde onların inandığı iyi insanlardan olmak ve iyi insanların sayısını çoğaltmak değil mi? Eğer dünyadaki iyilerin sayısı daha fazla olsa idi onca acı yaşanır mıydı ve hala da yaşanmaya devam eder miydi?
Vazife ağırdır, herşeye hatta kendimize inat yolumuzu seçip iyinin ve doğrunun peşinden koşturmaktır ve yine bunu iyilikle güzellikle yapabilmektir. 
Vazife ağırdır, gözleri açık, dudakları susuzluktan çatlamış, göreceği günleri görememiş, hayallerine kavuşamamış, sevdiğinin bir gülüşünü doyasıya seyredememiş, vatanı, milleti için can vermiş sayısız şehitlerimizin, atalarımızın hikayelerine, anılarına ve mücadelelerine sahip çıkmaktır. Bütün keyfimize rağmen...

Bundan dolayıdır ki TRT'ye ve Büyük Sürgün Kafkasya dizini hazırlayan herkese teşekkür etmek istiyorum, bir bilinmez yolculuğun daha sesini duyurduğu için. Böylece sessiz sedasız zamanın içinden silinen insanların, geriye kalanlara söylemek istedikleri birkaç sözü iletmiş oldular. Gerçi söylenen onca söze, yüzlerce olaya, binlerce kıyıma rağmen vicdanımızı içimizde kopan yerine koyabildik mi?!




Not: Sözlerimin acizliğine aldırmadan okuyup, kafanızı iki elinizin arasına alıp düşünmenizi dilerim. Selametle...











Bir Film Tavsiyesi: Midnight in Paris

Merhaba herkese.  Az önce son sahnesiyle birlikte hayatımın en güzel filmlerinden birini izlediğime karar verdim. Bu eşsiz keşiften...