Bir tren, sonsuza ve sessizliğe çekilen kapılar...
Bir halk, bir seher vakti bülbülün dahi sesini feryada döndürerek çekip alındı hayattan.
Bir tarih yine en acımasız harflerle yazıldı yerkürenin üzerine göz yaşları ve kanlarla.
Geçip gidiyordu zaman sonsuz bir kıyımın durdurak bilmemesi gibi. Karlı bir günün soğuğunda kara bir trenin içine savrulan bir halkın yudumladığı sessizlik gibi. Serin ve coşkun suların arasında bir yudum suya muhtaç kalmış insanın yaşadığı çaresizlik gibi. Kolhozdan, askerden adı her neyse gurbetten dönen bir gencin evine vardığında yaşadığı sürgünler ve ayrılıklar ve ölümler gibi hiç geçmiyorcasına acı vererek gidiyordu zaman.
Zaman elinde olduğunu sananların anlamsız ve acımasız mücadeleleri içinde hayatı anlamlandırmaya çalışanların çektiği acılarla büyüye büyüye, acıtarak geçip gidiyordu. Bir insanın iki dudağının arasından çıkan bir kaç emirle bir halk yitip gidiyordu sessiz sedasız.
Ahıska Türkleri ile anlamlandırmaya çalışıyorum sözlerimi. Onların "Biz de insanız!" sözünü söyleyemeden bir kıyımın kucağına atılmalarına sitem ederek yazıyorum. Aciz sözlerime inat, onlara karşı bir vazife olarak yazıyorum.
Tarihin kanla yazılmış binlerce sayfasından birinde yazılı kalmış nice halktan biri onlar da. Tıpkı Suriye, Afganistan, Irak, Türkmenistan, Kırgızistan ve daha nice topraklarda bilinmeze doğru gidenler gibi onlarda...
Bilinmezin yolcuları onlar,yaşama hakları, sevme hakları, insan olma hakları ellerinden alınmış bir garip seyyahtırlar onlar. Bir ince sızı bırakıp yerkürenin üzerinde çekip giden duyulmaz feryattırlar onlar.
Yaratıcının değil insanların kendi elleriyle kurdukları adaletsizliğin müebbet yemiş mahkumlarıdır onlar. Hiçbir yargınlanmaya, söz hakkına sahip olamadan üzerlerine kara kapıların kapandığı masumiyetin timsalidir onlar.
O zaman sahipsiz kalmış olsalar da, son nefeslerini vermiş ve toprağın içinde asıl vatanlarını bulmuş olsalar da bizlerin onlara karşı vazifesi bitmiş değildir. Onların anılarına, onların bizlere söylemek istediğine inandığımız sözleri yazmaya vazifeliyiz diye düşünüyorum. Hatta onların arkasından onca seneye rağmen gözyaşı dökmeye de vazifeliyiz. Neden mi? Çünkü gözyaşı kalbi yumuşatır ve besler. Bir çınar gibi vicdanın yeşillenmesini sağlar. Onların en büyük inancı dünyada hala iyi insanların varlığına inanmaktı. O halde bizim vazifemizde onların inandığı iyi insanlardan olmak ve iyi insanların sayısını çoğaltmak değil mi? Eğer dünyadaki iyilerin sayısı daha fazla olsa idi onca acı yaşanır mıydı ve hala da yaşanmaya devam eder miydi?
Vazife ağırdır, herşeye hatta kendimize inat yolumuzu seçip iyinin ve doğrunun peşinden koşturmaktır ve yine bunu iyilikle güzellikle yapabilmektir.
Vazife ağırdır, gözleri açık, dudakları susuzluktan çatlamış, göreceği günleri görememiş, hayallerine kavuşamamış, sevdiğinin bir gülüşünü doyasıya seyredememiş, vatanı, milleti için can vermiş sayısız şehitlerimizin, atalarımızın hikayelerine, anılarına ve mücadelelerine sahip çıkmaktır. Bütün keyfimize rağmen...
Bundan dolayıdır ki TRT'ye ve Büyük Sürgün Kafkasya dizini hazırlayan herkese teşekkür etmek istiyorum, bir bilinmez yolculuğun daha sesini duyurduğu için. Böylece sessiz sedasız zamanın içinden silinen insanların, geriye kalanlara söylemek istedikleri birkaç sözü iletmiş oldular. Gerçi söylenen onca söze, yüzlerce olaya, binlerce kıyıma rağmen vicdanımızı içimizde kopan yerine koyabildik mi?!
Not: Sözlerimin acizliğine aldırmadan okuyup, kafanızı iki elinizin arasına alıp düşünmenizi dilerim. Selametle...




