28 Eylül 2017 Perşembe

Bir Film Tavsiyesi: Midnight in Paris



Merhaba herkese. 
Az önce son sahnesiyle birlikte hayatımın en güzel filmlerinden birini izlediğime karar verdim. Bu eşsiz keşiften sizleri de sıcağı sıcağına haberdar etmek istedim. Keşfetmek ve bunu paylaşmak elleri heyecandan titreten bir şey bence. Her neyse filmin adı, Midnight in Paris. 
Daha önce duymadığım ve ansızın karşıma çıkan bir filmdi ve hatta ilk bir kaç dakikasında kapatmayı bile düşündüm. Ama keşfetmek istiyorsanız karşınıza çıkan filme, kitaba, sokağa ya da kadına, erkeğe bir şans vermek gerekir diye düşünüyorum. Bu düşünceyle devam ettim ve kendimi bulunduğum sıkıcı şimdinin çok ötesinde buldum. 
İşte tam bu noktada bir güzel daha karşılaşma yaşamış oldum. Bu kısma sonra değineceğim.
Film Paris'in güzel sokaklarından, manzaralarından karelerle başlıyor, sanki bizi o ruhsal yolculuğa çıkarmak istiyor. Sıradan bir aşk filmi gibi gözükse de ansızın kendinizi zaman yolculuğunun içerisinde buluyorsunuz. Çok ileri gitmeyeceğim ama Paris'in o bozulmamış tarihi dokusu içerisinde
gezmeyi bugün deli gibi isteyen bizler kendimizi 1920'lerin Paris'inde bulsa kalbimiz ne türden bir kriz geçirirdi bir düşünün? Edebiyatın, resmin, müziğin o renkli dünyasını yaşadığı ve bugünden bakıldığında bir rüya gibi görünen o yıllara kim gitmek istemez ki... Hangimiz içinde bulunduğu yıllardan, dönemden memnun ki? Gözümüz ya hep eski de, onun zarif sadeliğinde ya da beklediğimiz tüm güzellikleri getireceğini umduğumuz gelecekte. Ama çoğumuz bu anı sevmiyoruz, bir kaç yıl öncesinde ya da sonrasında ya da başka bir ülkede doğmuş olsak çok daha mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Ben de dertlerimle her boğuştuğumda zihnime bu düşünceler üşüşüyor. Film de işte tam bu düşünce üzerine kurulmuş ve bunu çok iyi bir şekilde ele almış.
Herkesin dört gözle beklediği ya da kaçırdığını düşündüğü Altın Çağ denilen muhteşem zaman dilimi size göre ne zaman, hangi dönemde?... Ya da öyle bir zaman dilimi var mı?
Geçmişe özenerek yaşamak mı yoksa bulunduğun zaman diliminde sıkışıp kalmaktansa onu kabul edip Altın Çağ'ını yaratmak mı? Belki bizim nefret ettiğimiz, her yerde işsizsliğin, savaşın, acımasız yarışların, adaletsizliğin olduğunu düşündüğümüz bu yıllar, elli yıl sonra 20'li yaşlarında bulunan bir gencin hayallerindeki Altın Çağ olabilir. 
Biliyorum kulağa pek inandırıcı gelmiyor ama filmi izlediğinizde siz de böyle düşünebilirsiniz. Henüz tam bu kanıya kapılmış olmasam da içimde bu konuda bir ümit yeşertmeye çalışacağım sırf filmin hatrına. 
Her neyse filmi izleyin ve mutlu olun. 
Biraz Hemingway'le, Scott Fitzgerald'la, Picasso'yla, Dali'yle ve dahasıyla takılmak herkese iyi gelecektir eminim.
Ve gerçekten sizinle, dünyaya aynı renkten bakan bir insanı bulmanın ne kadar eşsiz bir keşif olduğunu anlamak için filmin son sahnesinde adamın gözlerine dikkatli bakın.

Eğer izlerseniz iyi seyirler dilerim ve düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok mutlu olurum.
Hoşça kalın sevgili dünyalılar.

22 Eylül 2017 Cuma

Necip Fazıl - O ve Ben



Bir yazarı tanımak için belki düşüncelerini, duygularını, ızdıraplarını daha iyi anlamak için başvurulması gereken önemli kaynaklardır; otobiyografi, anı ya da hatıra kitapları. Bir hayatın arkaplanı gibidir. Necip Fazıl'ın "O ve Ben" adlı otobiyografik eseri de hem onun hem de Es'Seyyid Abdülhakim Arvasi'nin hayatına yer veren bir eserdir. Necip Fazıl, bu eserini üç ana bölüme ayırmıştır: 
1. Tanınıncaya Kadar
2. Tanıdıktan Sonra 
3. O Günden Beri

Necip Fazıl'ın hayatını işte bu üç bölümle yani Es'Seyyid Abdülhakîm Arvasî ile özetlemek mümkündür. O'nunla tanışmadan önceki hayatını şu sözlerle anlatır:

"Ve ıstırap, ıstırap, ıstırap... Kendi kendine gelmediği zaman zorla arayıp da bulduğum, bulmak için her şeyi yaptığım, her vesileyle tökezleyip dümdüz yürümeye razı olmadığım ve daima inkisarına istekli çıktığım ıstırap..." 

Bu sözler anlayan ve hisseden aynı zamanda onun gibi arayışta olan insanlar için ne büyük mana içermektedir. Bedenin ötesinde çekilen bu acıyı kim bilir başka hangi dertliler hangi sözlerle anlatmıştır?...
Onunla tanıştıktan sonra da bitmez ızdırapları, yaşadığı gitgelleri de şu cümlelerle anlatır:

"Efendi Hazretlerini her görüşümde insan, ondan her ayrılışımda hayvanım... Yalnız ağzı ve kalbiyle birtakım doğruları geveleyen, fakat teniyle çöplükte yaşayan bir hayvan..." 

Bunun yanında kitabı okurken Yahya Kemal'e, Ziya Gökalp'e, Abidin Dino'ya, Nazım Hikmet'e, Ahmet Hamdi'ye, Hamdullah Suphi'ye, Yakup Kadri'ye ve Abdülhak Hamid'e uzun ya da kısa bahislerle denk gelebilirsiniz. Kitap boyunca Necip Fazıl'ın maddi alemdeki yaşamına çocukluğundan itibaren tanıklık eder hapislerini, sürgünlerini, türlü zorluklarını, Büyük Doğu Mecmuası için verdiği mücadelelerini okursunuz. Ancak bunların ötesinde kitabın merkezinde Necip Fazıl'ın manevi yolculuğuna şahitlik eder ve ızdıraptan, çileden bahsederken neyi kastettiğini daha iyi anlarsınız. Ya da kitabı kapattığınızda 'Ben' isimli şiirini bir kez daha okur ve daha iyi anlarsınız. 

"Ben, kimsesiz seyyahı, meçhuller caddesinin...
Ben, yankısından kaçan çocuk kendi sesinin...
Ben, sırtında taşıyan işlenmedik günahı; Allah'ın körebesi, cinlerin padişahı...
Ben, usanmaz bekçisi, yolcu inmez hanların; 
Ben tükenmez ormanı, ısınmaz külhanların...
Bem, kutup yelkenlisi, buz tutmuş kayalarda; 
Öksüzün altın bahtı, yıldızdan mahyalarda...
Ben, başı ağır gelmiş, boşlukta düşen fikir; 
Benliğin dolabında, kör ve çilekeş beygir...
Ben Allah diyenlerin boyunlarında vebal; 
Ben bugünküne mazi, yarinkine istikbal...
Ben, ben, ben; haritada deniz görmüş, boğulmuş; 
Dokuz köyün sahibi, dokuz köyden kovulmuş...
Hep Ben, ayna ve hayal, hep ben, pervane ve mum; 
Ölü ve Münker-Nekir, başdönmesi uçurum..."


*** Zamanını ayırıp okuduysan beğen, yorum yap ya da paylaş ki sana teşekkür edebileyim :)

Bir Film Tavsiyesi: Midnight in Paris

Merhaba herkese.  Az önce son sahnesiyle birlikte hayatımın en güzel filmlerinden birini izlediğime karar verdim. Bu eşsiz keşiften...