22 Ağustos 2015 Cumartesi

Sınırlara Rağmen Yaşamak: Heiran Filmi



Kelimelerden değil duygulardan oluşan bir dilin varlığına inanır mısınız?


Yazımın her bir harfini birazdan bahsedeceğim filmin final müziği eşliğinde derin bir hissiyat içerisinde yazıyorum. Düşüncelerim, duygularımla çatışma halindeyken inanın yazmak hiç kolay değil. Müziğin eşliğinde hareket eden parmaklarım sanki klavyenin tuşlarına değil de bir piyanonun tuşlarına basıyor gibi narin ve ritmik davranıyor. Filmin müziği gibi kendisi de bir şiirin mısralarından dökülmüş görüntüler halinde insanı farklı bir dünyanın eşiğine götürüyor.
Film İran yapımı. İsmi Heiran. Başroldeki erkek karakterin ismi aynı zamanda. Kızın adı ise Mahi. Görüyorsunuz ya isimleri dahi bir şiirin parçası gibi. Yaşadıkları hayat ise bir şiirden, bir öyküden, bir romandan ibaret ya da bunların herhangi birisinden alıntı değil tam olarak yaşamın ta kendisi. Sınırlar içerisinde kurulmuş dünyamızın en acı gerçeklerinden birisi.
“Savaşta, aşk yaşamak cesaret ister.” demiştim kendi kendime bir süre önce bitirdiğim bir kitabın ardından. Bu filmi bitirince de aynı cümleyi kurdum yüreğimden, içimden. Sınırların, savaşların olduğu bir dünyada insan neye nasıl güvenip sevebilirdi ki, kalın duvarların ayırdığı topraklar üzerinde iki hayat nasıl bir olabilirdi ki?
Mahi İran’da yaşayan henüz okula giden küçük bir kızdır. Bir gün okuldan eve giderken otobüste bir çocuk ile göz göze gelir. O an sözcüklerle değil bakışlarla bir iletişim kurulmuştur iki insan arasında. Onlar için bu yeterli olmuştur. Sevmek için hayatını birbirine adamak için bu yeterlidir onlara. Çünkü onların gözleri ilk kez bir başkasının gözleriyle muhabbet etmiştir. Bu bizim gibi gözleri siyah lekelerle dolmuş insanların anlayabileceği bir şey değildir. Onların ikinci buluşmaları yine bu otobüste olmuştur ve yine sözcüklerle değil bu defa bir ekmek aracılığıyla konuşmuşlardır. Garip geliyor değil mi? Ama bu bile onları utandırıyor, mahcup ediyor. Bir ekmek onların sevgisinin şahidi ve simgesi oluyor. Bir ekmek kadar kutsal oluyor sevgileri, kirlenmiş ve anlamlarını yitirmiş sözcüklerin çok uzağında bir sevda çiçek misali büyüyor içlerinde.
Her şey bu kadar masalımsı iken kahramanlarımız kendilerini birden yeryüzünün acımasızlığı içerisinde buluyorlar. Bir Afgan mültecisi olan Heiran, İran’da kaçak bir şekilde çalışmanın gayretini veriyor ve ilk sınırları kaldırma mücadelesini filmde burada görüyoruz. İkinci mücadeleyi ise bu defa Mahi babasına karşı veriyor ve her şeyi göze alarak içinde ilk defa sevgisini büyüttüğü bir adamın peşinden gidiyor ve evleniyorlar. Bütün imkansızlıkların sınırlarını zorladığı bir yaşam içerisinde onlar birbirlerinin sevgisine sarılıyorlar ve “Sevgi karın doyurmaz!” sözüne inat yüzlerinden gülümseme, gözlerinden güneş gibi parlayan sevdaları eksik olmadan yaşamaya devam ediyorlar.
Ne var ki, dünya bütün kararlılığıyla onları ayırmaya yemin etmişçesine dört bir taraflarını kuşatıyor. Heiran, bir gün bütün zenginliği olan hamile eşini bıraktığı küçük masalımsı evlerine geri dönemiyor. Çünkü o, artık adına sınır denilen bir çizginin öteki yanındadır. Peki, böylesine güçlü bir sevgiye sahip insanlara gözlerimizle dahi göremediğimiz haritadaki çizgiden ibaret olan bir sınır engel olabilir mi?
Mahi, işte tam da bu sorunun cevabını almak üzere sınır denen yere gidiyor. Kucağında yeni doğan kızı. Tek derdi sevdiği adamı bulabilmek. Pasaportun dahi ne olduğunu bilmeyen bir masumiyet ile İran-Afganistan sınırında tüm dünyaya meydan okuyor. Görülmeyen sınırların altında yatan para, siyaset, politika, egemenlik, hükümdarlık, büyüklük, zenginlik, hırs gibi şeyler onun dünyasında yer almıyor. O sadece bütün hayatını bir bisikletin arkasında elinde çiçeği, uçuşan örtüsü, yüzündeki mutluluk, gönlündeki sevdayla önündeki adama tutunmak, ona sımsıkı sarılmak ve sevmek sadece sevmek istiyordu. Sizce çok şey miydi bu?
Alt yazısını bir türlü bulamadığım ve en sonunda merakıma yenik düşerek orijinal dili Farsça’yla izlediğim ve birkaç kelimesi dışında hiçbir kelimesini anlamadığım bu filmi izlediğimde Mahi ve Heiran’ın dertlerine, sevdalarına ortak olabildiysem, onları kalbimdeki ismini dahi bilmediğim bir lisanla anlayabildiysem o halde sınırlara gerek var mıdır diye düşünüyorum. O halde insan olmamız en büyük ortak özelliğimiz ise dillerimizin, milletlerimizin, dinlerimizin, düşüncelerimizin, paralarımızın, hırslarımızın oluşturduğu sınırlara ne kadar ya da ne için ihtiyacımız var? Ya da sadece bir sınır çizsek insanlığımız dışındaki tüm diğer özelliklerimizi sınır dışı etsek sonuç ne olurdu?
Biliyorum günümüzde on milyondan fazla insanın vatansız kaldığı, her yerinde feryatların koptuğu, çocukların öldüğü, babaların evlerine bir daha geri gelemediği, annelerin ağlamaktan başka çareleri kalmadığı, savaşın diri bir kalp bırakmadığı bir dünyada elbette ki bu soruları sormam çok manasız, haklısınız.
Selametle.

1 yorum:

  1. Tüm dünya ve özellikle Türkiyenin içinde bulunduğu durumu anlatan bir o kadarda olağan durumu anlamaya yarayan farklı bir açının daha olduğunu belirten güzel , bir o kadarda farkındalık yaratan bir yazı. Kaleminize sağlık , selametle...

    YanıtlaSil

Bir Film Tavsiyesi: Midnight in Paris

Merhaba herkese.  Az önce son sahnesiyle birlikte hayatımın en güzel filmlerinden birini izlediğime karar verdim. Bu eşsiz keşiften...